Baba Eliyle Bağlandık
01.02.2013 Artık Trabzonspor’la, futbolla ilişkisini kesmek isteyenleriniz vardır. Anlayabiliyorum ama, anlasam da, hak vermiyorum size.
Küçük çocuk uyumak üzere yatağa girmişti. Uyku ile arasında sadece saniyeler vardı. Bir iki ufak hareketle yatağa yerleşti, yorganı en uygun pozisyona ayarladı. Derken pat diye odaya babası girdi:
      - Kalk oğlum, kalk!
      - Hayırdır baba?
      - Kalk hadi, kalk giyin, çıkıyoruz
Çocuk şaşkındı. Saat 10’u biraz geçiyordu ve normalde ona “bu saatte çoktan uyumuş olman lazım” diyen babası, şimdi tersine, “kalk giyin diyordu”. Çok önemli bir sebebi olmalıydı ama endişelendi de:
      - Hayırdır baba, ne var?
      - Endişeleneceğin bir şey yok. Seni bir yere götürüp, biriyle tanıştıracağım.
Çocuğun endişesi yerini merağa bırakmıştı. Bir taraftan pantolonunu giymeye çalışıyor, bir taraftan da aklından hızlıca olabilecek ihtimalleri geçiriyordu. Babası çok ketumdu. Renk vermiyor, adeta çocuğun meraklanmasını istiyordu.
Belki de normalde bir erkek çocuk bu durum karşısında babadan gizli yaptıklarının biri ortaya çıkmış olabileceği ihtimaliyle korkabilirdi ama bu çocuk çevresinde sevilen, haylazlığı olmayan bir çocuktu. O halde, babası üzgün de görülmediği için kötü bir şey olamazdı.
Çocuk bir kulübün altyapısında oynuyordu. Okulu yanında futbol oynuyor ve söylenenlere göre gelecek vaat ediyordu. Yaşı çok genç olmasına rağmen etrafında ona gösterilen ilgi günbegün artıyordu.
Çocuk yarı telaşla giyinip hazırlanmıştı. Kiminle tanışacağını merak ediyordu. Sonunda babası ile birlikte kapının önünde hazırdılar.
Gecenin bu saatinde baba oğul küçük şehrin dar Arnavut kaldırımlı sokaklarında, belki biraz da yağmur varken yürüdüler. Mesafeler yakındı bu şehirde. İnsanlar da öyle. Hatta gurbete düşenleri de. Yürüye yürüye gidilebiliyordu çoğu yere.
Sonunda bir kapının önünde babası yönünü binaya doğru çevirdi. Mütevazı bir evdi bu. Çocuk içerisinde kimin oturduğunu bilmiyordu. Baba kapıyı çaldı. Kapı açıldı. Kapıyı açanın çocuğun babasıyla tanışık biri olduğu konuşmalardan belliydi. İçeri girdiler.
Çocuk ne olduğunu bilmediği bir an için şimdiden heyecanlanıyordu. Ve evin salonundaydılar.
Çocuk gözlerine inanamıyordu. O, tam karşısındaydı. Ona gülümseyen gözlerle bakıyordu. Şefkatle okşadı saçlarını. Çocuk öylece kalakalmıştı.
Babasının onu tanıdığını bilmiyordu. Kalbindeki coşku en üst düzeye çıkmıştı.
O gece, onun karşısında hiç konuşamadı. Dinledi ama kalbi ve beyni bir başka işle meşguldü. Bu anların hafızasına kaydı için fazla mesaideydiler. Ömrünün sonuna kadar unutmamalıydı bu geceyi hem de tüm ayrıntısıyla.
Gece bitti. Ruh halleri birbirleriyle kıyasıya bir yarış içindeydiler. Coşku, heyecan, mutluluk, huzur…
Kulakları dönüş yolunda babasının elini tutmuş eve doğru yürürken kendine gelmiş, beyni ancak şimdi babasının söylediklerini işlemeye başlayabilmişti.
Babası diyordu ki:
      - Madem futbol oynayacaksın, maden hayatın futbol olacak, ekmeğini bu işten kazanacaksın, o halde onun gibi olacaksın. O bir idoldür, bir efsanedir. Bakma sen genç yaşına ve tevazusuna. O bir kahramandır. Onun gibi olmalısın. Biliyorum çok zor, ama hiç olmazsa onun gibi olmaya çalışmalısın.
Çocuğun itiraz edebileceği hiçbir kelime yoktu babasının söylediklerinde. Babası çocuğu futbolcu olmaktan vaz geçirmeye çalışmış, ama bu kaderi değiştiremeyeceğini anlayınca, ona bir hedef koyma ihtiyacı hissetmişti. Çok da büyük bir hedef koymuştu.
Bu gece çocuk için harika bir geceydi. Hem babasından futbol oynamasına bu dolaylı onayı almış, hem de böyle bir efsane ile tanışmıştı. Bu geceyi aklına kazımıştı.
Öyle bir kazımıştı ki, milli takım kampında Güney Kore’de iken ona uzatılan mikrofona bu geceyi yukarıdakinden biraz daha az detaylarıyla anlatacak kadar.
Diyordu ki:
      - O gece babamın elimden tutup götürdüğü o efsanenin Milli Takım Hocası olduğu yerde Milli Takım Kaptanı olmanın mutluluğunu ve gururumu size anlatamam.
Radyoda bu röportajı dinlediğimde, iş için arabayla Bursa’ya gidiyordum. Süpürgelik’i geçmiş, Orhangazi’ye yaklaşıyordum. Bu hikayenin yol sesi ile bölünmesini engellemek için arabayı sağa çekmiş, o sıcakta camları kapamış ve radyonun burada bu kadar net şekilde çekiyor olmasına dua ederek dinliyordum. Tıpkı o çocuk, Tugay Kerimoğlu gibi, ben de hafızama nakşediyordum bu anekdotu.
Bizler de, pek çoğumuz babamızın ellerinden tutarken Trabzonsporlu olduk. Babamız bizi Şenol Güneş’in evine götürmedi belki ama, muhakkak bir yerlere bordo-maviyle buluşmaya götürdü.
Futbolda yaşanan tüm çirkinliklerin ve Trabzonspor’da da yaşanan dejenerasyonun sonunda, artık Trabzonspor’la, futbolla ilişkisini kesmek isteyenleriniz vardır. Anlayabiliyorum ama, anlasam da, hak vermiyorum size.
Nice babalar, her gün tutuyor çocuklarının elinden. Onları memlekete, köye, Meydan'a götürür gibi götürüyor Trabzonspor’un olduğu yere. Kanına girdik bile bu çocukların anamız - babamız gibi, çoktan.
O halde, bu çocuklar hatrına ömrümüzün sonuna dek tutacağız Trabzonspor’un elinden.
Hem de hiç karşılık beklemeden.
Tunga LİMAN
tliman@bordomavi.net
twitter.com/TLiman
Etiketler: