Çoğunluğun İktidarı: İnfial!
07.04.2009 Bazen hep birlikte bir tarafta duranların, safları sıklaştırması
gerekir. Zira beylik ama bir o kadar da geçerli bir sözdür ki,
“birlikten kuvvet doğar”. Örneğin demokrasilerde neden çoğunluğu alana
iktidar teslim edilir?
Bazen hep birlikte bir tarafta duranların, safları sıklaştırması gerekir. Zira beylik ama bir o kadar da geçerli bir sözdür ki, “birlikten kuvvet doğar”. Örneğin demokrasilerde neden çoğunluğu alana iktidar teslim edilir?
Çoğunluk her zaman haklı olduğu için mi? Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Demokrasilerde iktidar en çok oyu alana verilir çünkü en çok oyu alan “güçlüdür”. Mevcut bir güce rağmen, azınlıkla iktidar olamazsınız. Çoğunluğun pek çok defalar haklı olmadığı görülmüşse de, kesin olan gerçek, çoğunluğun güçlü olduğudur.
Başarıda çok kolaylıkla safları sıklaştırmak ve zor anlarda ise birbirini suçlamak çok kolay, çok bayağı ve çok klişedir. Bu tür klişelerin iç içe yaşandığı ülkemizde kişiler depremden sonra jeolog, finansal krizin ardından ekonomist, kötü saha sonuçlarından sonra tepki vermek için taraftar oluverirler. Ne acıdır ki, bu sıralamanın doğrusu, aslında tam tersidir. Depremden önce jeolog olabilsek, kötü sonuçlar başladığında taraftar olabilsek ve destek versek, aslında kendi kendimize yarattığımız sıkıntıların pek çoğunu da rahatlıkla aşabiliriz.
İş içindekini söylemek değildir çoğu zaman. Asıl amaç bir şeyler söylemiş olmak için konuşmaktır. Zira, çok konuşan, çok bağıran kendini haklı sanır. Bu gibi durumlarda itidalli davranmak aslında pısırıklıktır hatta uyuşmuşluktur. Bu görüşe göre, böyle bir durumda tepki vermemek hainliktir.
Haydi gelin şu hainlik işinin derinine inelim.
Trabzonspor aslında oldukça kıt kaynaklarla bol miktarda, hem de ücretleri azımsanmayacak transferler yapmıştır. Tüm camia, iyi bir takım kurulmasının yanında aslında bu transferleri yapabilmiş olmakla mutlu olmuştur. Yıllardır “dengeleri sarsmamak için” kafayı hesaplara takan camia, ilk kez bonkörce transferler yapmış ve iyi bir kadro kurmuştur. O dönemde taraftarlarımızın derdi sol kanat zafiyeti, ya da forvet yetersizliği değil, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın peşinde olduğu futbolcuları transfer edebilmiş olmaktı. Elbette buna paralel olarak da günler güllük gülistanlık geçti. Skorlar da iyi gidince, sonradan bir kısmını çok da samimi olmadığını gördüğümüz bir destek belirdi takımın çevresinde. Zira başarı vardı ve paylaşılması en kolay olanı paylaştık hep birlikte.
Zaman geçti, zor günler başladı. Zaten daha lig başlamadan söylemiştik. Bu çok uzun bir yol ve bu yolda muhakkak virajlarda aracımız izinden ayrılabilecek diye. Pit-stop ekibi biz olacak, takım cebe girdiğinde hemen dört tekerle birlikte benzin deposuna da moral desteğimizi verecektik. Böylece de takımımız yola aynı start’ta olduğu şevkle devam edecekti.
Maalesef böyle olmadı. Takım sert ve uzun bir viraja ilk girdiğinde daha cebi bulamadan karşısında taraftarını buldu. Kendini toparlamasına fırsat vermeden bir daha spin attı. Bir daha, bir daha. Şimdi araba savruluyor ve ne zaman duracak bilemiyoruz.
Bu sadece taraftarın eseri mi?
Elbette değil ama taraftarlığın başladığı yer aslında tam da burası. Biz bu taraftarlığı bir türlü başlatamadık. Takım, hem de çok genç olan bu takım, büyük bir sorumluluğun altına girdi. Kurtlar sofrası Türkiye Ligi’nde şampiyonluğa oynadı. Bu zor anlarında çoğu kez de yalnız kaldı. Sorunu takımın dizilişinde ve oyuncu seçiminde aramak nafile. Bu kadro ve bu yapı ne yazık ki, kim içine girse öğütüyor. Ne yazık ki, aslında öğütülen sadece futbolcuların kariyeri ve sportif başarımız değil, bu kadroyu kurmak için harcanan milyonlar oluyor. 6 milyonluk bir oyuncunuza küfretmeye başladığınız anda bu futbolcu reel değerinin altına inmeye başlıyor. Eriyen, öğütülen Trabzonspor’un milyonları oluyor. Cebinde 200 milyonu olan biri için 3-5 milyon ne ifade eder? Ama zor zar bunu denkleştirmiş kulübün, camiasının tüm unsurları da farkında olmayarak da olsa, bu erimeye katkı yapıyor.
Hala içinde şampiyonluk umudu taşıyanlar var mı? Ben varım ama ne acıdır ki, sene başında onbinlerle ifade edilen bu inanç, şimdi sadece cılız bir sese döndü. Unutmayalım: Sahada yenilmekle kalmıyor, saha dışında da eriyor, kaybediyoruz. Hem de her şey elimizdeyken.
Avni Aker’de dolu tribünler önünde çok kritik bir maç. Dakika 45+. Hakem bir frikik veriyor. Takımın o dakikaya kadar ki oyunu bize gösteriyor ki, duran toplar bizim için çok önemli. Ama o da ne? Hakem frikiği veriyor ama attırmadan ve ligde belki de bir ilke imza atarak ilk yarıyı bitiriyor. Tribünlerimiz kendi oyuncularına haykırmak için nefesini tuttuğundan olsa gerek, Tayfun çıkarken verdiği tepkinin onda birini bu hakem kararına vermiyor.
İkinci yarının ortaları. İBB kalecisi, “ÇORABINI YUKARI ÇEKMEK İÇİN” topu taça atıyor. Aynı tribünlerde sadece bir vızıltı. Oysa o an göğün gürlemesi gerekiyor. Orada esirgenen tepki, Selçuk oyundan çıkarken verilecek çünkü!
Maç sonunda ne söylendiği önemli değil. Bu henüz ortada olan bir maçın en kritik anları, dikkat!
Tüm bunların sonucunda çıkış referans noktasını kaybetmiş bir teknik heyet, eli ayağına dolaşan futbolcular, sinir küpü bir taraftar ve ne yapacağını şaşırmış bir yönetim.
Bunun adı çaresizliktir. Bu camiaya yakışmaz. Bu camianın çıkış noktası çaresizliğe direniştir. Elbette hatırlayan kaldıysa.
Sözün özü, şimdi “inanıyorum” diyebilen çok az sayıda insan kaldık ve çoğunluğu kaybettik. İktidar infial isteyenlerin şimdi. Onlar güçlüler. Bu gücü ve iktidarı kullanacaklar.
Ben ise hep bu azınlık tarafta kalmaktan yoruldum ama vazgeçmedim.
Kolayı seçmediğim için Trabzonsporluyum. Camianın halinden olmasa da, kendi halimden ve duruşumdan memnunum.
Tunga LİMAN
tliman@bordomavi.net
Etiketler: