Fotoğrafa bakan herkes fotoğraftaki kişinin üzgün olduğunu rahatlıkla söyleyebilir. Gündemi takip eden birisi fotoğraftaki kişinin Kartal’da yıkılan binada 9 yakınını kaybettiği için üzgün olduğunu bilir. Galatasaray maçının sabahında kendisini ziyaret eden Ünal Karaman’a parmaklarıyla kaybettiklerini sayıyor muhtemelen “yengem, amcam, yeğenim…”
Hatice Hala’yı uzun yıllardır tanırım. Duygularını yoğun olarak yaşayan bir futbolsever ve çok iyi bir Trabzonsporludur. Pazar gününün sabahında bu fotoğrafı gördüğümde, o günün akşamında Trabzonspor’un Galatasaray’a karşı galip gelmesini en çok O ve ailesi için istedim. Zira biliyorum ki Trabzonspor, dokuz yakınını kaybetmiş bir ailenin – acılarını yok edemese dahi- tebessümüne vesile olabilecek, anlık da olsa kendilerini mutlu hissetmelerine yardımcı olabilecek bir olgu. Peki dokuz yakınını kaybetmiş bir insan/aile nasıl bir futbol takımıyla teselli bulup anlık da olsa kendini mutlu hissedebilir? Bu soruya cevap bulabilmek için ‘Trabzonsporluluk’ mevzusunun biraz daha derinlerine inmek icap eder.
Futbolu sevmek işin farklı bir boyutu ancak duyguların Trabzonspor özelinde bu kadar yoğun olabilmesinin temel sebeplerinden biri coğrafidir. Trabzonspor, her şeyden önce Trabzon şehrinin takımıdır. Çayını kesen, balığa çıkan, fırına pide atan herkesin aklının bir köşesinde Trabzonspor mutlaka vardır zira şehrin ve insanların üst kimliğidir. Şehir eşrafıyla birlikte, yaşadığı yerden ve bulunduğu statüden bağımsız olarak, taşra- burjuva ayrımında kendisini taşralı olarak tanımlayanların, İstanbul takımlarını destekleyerek ‘üst sınıfın’ hissettiklerine ortak olma sevdasına düşmeyenlerin takımıdır Trabzonspor. Bu da Trabzonsporluluğun biraz daha ideolojik boyutudur.
Trabzonspor, tarihte kazandığı yedi şampiyonlukla misyonunu da kendisi belirlemiştir aslında: ‘güçsüz’ insanlara ‘güçlülere’ karşı yapabilecekleri, başarabilecekleri konusunda ilham vermek, onların öz güvenlerini artırmak. Bunun için kendisinin de ‘güçsüz’ olması gerekir. Buradaki güçsüzlükten kasıt zayıf olmak değil, rakiplerinin güç addetliklerini güç olarak kabul etmemek, gücünü kendi tarihinden ve misyonundan almaktır. Onlarla onların yöntemleriyle savaşmamaktır aslında mesele.
Trabzonspor tarih boyunca ve son yıllarda sıkça bu hataya düştü İstanbul takımlarının gittikleri yoldan gitmeye çalıştı. Genetik kodlara uygun olmayan bu yöntemlerle –şükür ki- müspet sonuç elde edilemedi. Ve çok şükür ki Trabzonspor’un fabrika ayarlarına döndüğüne dair ciddi emareler var, tam da olması gerektiği gibi. Zira İstanbul takımlarının yöntemleriyle başarılı olan Trabzonspor taraftarlarını sonuçsal açıdan yine mutlu eder ancak şu anki takımın verdiği gurur hissi eksik kalır. Kendisi de statükonun bir parçasıyken statükoyu devirmiş gibi hissetmez Trabzonsporlu.
Trabzonspor’un alametifarikası özgün olmasıdır. Sonuç odaklı olmamasıdır. Sadece neticeye değil işin ‘Hatice’ kısmına da bakmasıdır. Karakterine, misyonuna uygun hareket etmesi, yolundan taviz vermemesidir. Bu özelliklerinden taviz verirse, dokuz yakınını kaybetmiş Hatice Hala’nın onu her koşulda tebessüm ettirebilecek kadar umrunda olmayacaktır. Trabzonspor kaybetse de ‘problem değil’dir. Yeter ki başkalarına benzemeye çalışmasın…